Bugün, zihnimde yer edindiğin yerden çıktın yanıma geldin usul usul…
Beraber yürüdük caddeden bizim eve kadar sanki konuştuk seninle sessizliğin derinliğine dalarak…
Bilmiyorum sebebini her zaman ki gibi
Elbet vardır kardeşim bir nedeni…
Belki Eminönü’nde gördüğüm Cerrahpaşa otobüslerine takıldı zihnim…
En son onları gördüğümde kalbimde bir sızı hissetmiştim seni hatırlayarak…
Belki motordan inerken gördüğüm ve sana benzeyen çocuktu bu kadar etkilenmemdeki sebep…
Belki bebeklik resmin bugün daha masum geldi gözüme, daha farklı baktım ekrana iyice yaklaşarak…
Belki en son çekilmiş resimlerindeki gülümsemende başka bir derinlik sezdim bilmiyorum kardeşim…
Kısacası bugün farklı özledim seni Furkan…
Bugün ayrı acıttı içimi seni özlemek…
Yeni filoya kayıtlar alınmaya başlamış…
Mavi Marmara hızla iyileşiyor Furkan’ım…
Seni gördüğümüz o mavi koltuklar sökülmüş yerlerinden, salon ıssızlaşmış, salon ruhsuzlaşmış…
Mavi Marmara’ya gittim belgesel çekimleri için…
Güverteye çıktım koşar adımlarla…
Yalnız değildim Furkan’ım, hayalimi yine gerçekleştiremedim
Yine doya doya konuşamadım seninle…
Ama daha sakindi, daha huzurluydu şehadet mekânın kardeşim…
Dinledim uzun uzun tam başının düştüğü yere bakarken…
Seni anlattı bana…
Ne kadar cesur olduğunu anlattı, ne kadar imanlı, ne kadar aslan parçası olduğunu o gece
“Kimse yetişemiyordu hızına” dedi, o kapak, bizim nasıl yavaş yavaş indiğimizi görünce tebessüm etti biraz buruk…
“Fırtına gibiydi Furkan o gece” diyordu…
Mahzundu, hüzünlü ve belli ki özlem doluydu güverte…
Beş- altı defa inip çıktığını anlattı, durduramamışlar seni, hızına yetişememiş kimse…
Terlemiş, yorulmuş ama hiç pes etmemişsin, hep tebessüm etmişsin zamanın azaldığını bildiğin halde…
Ne kadar devleştiğini anlattı…
“Sizin iki büklüm çıktığınız yerde Furkan ceylan gibi sekti, Furkan kahramanlaştı, Furkan büyüdü, Furkan parladı” dedi gözünden akan yaşları silmeye gerek duymadan…
Anlattı Furkan’ım seni…
Ben öylece bakarken başının düştüğü yere o konuştu, konuştu…
Ağladı, hıçkırıklarını tutamadı, sen koşarken Peygamber’e sana yetişmek için nasıl çabaladığını anlattı…
Gelirken güverteye senin tebessümünle muhatap olmak istemiştim,
Seni görmeyi arzulamıştım orada, seninle muhabbet etmeyi…
Sarılabilmek istemiştim sana kardeşim diyerek, ölmedin ya sen yiğit şehidim ben orada diri diri görmeyi beklemiştim seni…
Sen kardeşim…
Geçen sene bu zamanlarda bile tanımadığım sen, tamamen habersiz olduğum sen, kim bilir kaç kere rastlaşıp İstanbul sokaklarında; farkına bile varmadığım sen…
Şimdi kardeşim diyorum sana hiçbir şüphe olmadan içimde, çıkıp gelsen kardeşimden ayırmayacağım bir yerdesin kalbimde…
Gül yüzlü çocuk…
Sen kazandın, sen öne atıldın, sen canını can değil siper saydın…
Ne kadar sevmişsin kardeşlerini, ne kadar yanarmış meğer o güzel yüreğin oradaki çocuklar için, ne kadar sevgi sığmış 18lik gencecik kalbine, sen ne kadar yiğitmişsin meğer kardeşim…
Niyetin nasıl da tertemizmiş, nasıl emin atmışsın adımlarını gemiye, nasıl huşu içinde kılmışsın namazlarını, nasıl dualar etmişsin ki kucak açmış sana Peygamber…
Nasıl vazgeçmişsin gençliğinden, nasıl kanmamışsın her gün aldandığımız bu dünyaya, nasıl adanmış bir can taşımışsın içinde ve nasıl hibe etmişsin o canı Rabbine…
Rab seni seçmiş bu dava için ve nasıl da sevmiş seni Yaradan, nasıl bir görev yüklemiş omuzlarına, nasıl kabul etmişsin en değerli yükünü bir an gözünü kırpmayarak ve nasıl bir sembol olmuşsun Filistin’in davasında!
NOT: Devamı gelecek...
A.Serra OKUTAN
2011